Mustafa Kılınç ile Bilinçaltı Değişim Programları
Haftanın Sözü
İnsan düşündüğü kadar güçlü inandığı kadar değerlidir.
NLP DAP
NLP DAP MUSTAFA KILINÇ İLE SERTİFİKALI NLP PROGRAMLARI
Mustafa Kılınç'ın Eserleri
Mustafa Kılınç Eserleri

Urfa'nın Sıra Geceleri

Urfa'nın muhteşem bir çarşısı var. Bana göre ülkemizde en otantik kalan çarşılarımızdan bir tanesi Rengarenk pullu, simli ince kumaşlar çarşıya inanılmaz bir renk cümbüşü katıyor. Bakır işleyen emektar ellerin çıkardığı çekiş sesleri ve baharat çuvallarından yükselen kokular insanı bu labirentte yolunu belirlemeye çalışırken sanki farklı bir yüzyıla götürüyor.

Çarşının en ilginç yerlerden bir tanesi Gümrük Hanı'dır. Geniş avlusu olan Osmanlı döneminden kalan bir Han. Orası hep kalabalıktır, Urfalı erkekleri bu mekanda toplanmayı seviyorlar. Ufak masaların etrafına kürsü dedikleri küçük iskemlelerinde oturup, çaylarını veya özel bir lezzeti olan Menengiçli kahvelerini içerler. Urfa'nın kadınları buraya pek uğramaz. Heybetli görüntüleriyle erkeklere ait olan bir mekandır Gümrük Han. Burada hala geleneksel kıyafetler giyenlere sıkça rastlayabiliriz, özellikle çevre köylerden gelenlerin üzerinde geniş, kahverengi şalvarlar, gömleklerin üzerinde ki yeleklerden sonra başlarında leylak renkli puşu dedikleri özel bir bağlama tekniğiyle taktıkları bir başörtü var. Daracık çarşı yollarında yürüyen kadınların kıyafet konusunda erkeklerden geri kalan bir yanları yok; yere kadar inen renkli, üzeri pullu ve simli, geniş fistanlar, bazıların üzerinde de bir de aba dedikleri uzun, kenarlarında süsü olan siyah manto türü bir giysi giyiyorlar.

Misafirlerim hep aynı soruyu soruyorlar: bu sıcaklarda insanlar bu kalın giysilerin altında nasıl rahat ederler? Geleneklerine artık fazla önem vermeyen Avrupalı için çok anlaşılır bir durum değil. Şimdi bu giysiler eskiden nasıldı? Diye soracak olursak, canlı bir görgü şahidin mektuplarına bakmamız yeterli:

Helmut Von Moltke adlı Alman Feld Mareşalı 19.yüzyılda Osmanlı devletinde görev almıştı ve seyahatlerinde gördüğü ve yaşadığı her şeyi not etmişti. Bakın, kıyafetler konusunda neler söylüyor: 'Burada her yerde eski elbiseler görülür. Sarık hem yakışıyor hem de her maksada uygun. İnsanın kendini güneşten veya yağmurdan korumak isteyişine göre şal başka tarzda sarılıyor. Buna karşın şapka ile insan her anda güneş çarpması ile karşı karşıya.'

Sonra da giydikleri kalın işlemeli çoraplardan bahis ediyor ve şöyle devam ediyor: ' iki, üç, altı, hatta sekiz kat üst üste hafif kumaştan çok defa işlemeli mintan vücudu ihtiyaca göre koruyor. Bele sarılan geniş kuşak ya da şalın içine para kemeri, tütün kesesi, hançer, bıçak, tabanca ve divit yerleştiriliyor. Bir kürklü ceket, onun üzerine uzun bir kürk kılığı tamamlıyor. Keçi kılığından bir manto kötü havalardan koruyor. Geceleyin de yorgan vazifesi görüyor.' Moltke bu satırları 1838 yılında yazmış. O zaman yaşayan bir insan bugün Urfa'da giyinilen kıyafetleri görseydi herhalde 'çok ince' bulurdu.

Bu gece bir Sıra gecesine davetliyiz. Urfa'da sıra gecesi geleneği çok eskilere dayanıyor. Osmanlı devletinde tüccar loncaların üyeleri, bürokratlar veya herhangi bir gruba ait olan üyelerin haftada bir defa sırasıyla bir üyenin evinde toplanma geleneği vardı. Bu buluşmalarda yemek, çay, çiğköfte ve mırra ikramının yanı sıra ziyaretçiler için çalınan müzik ve özellikle aralarındaki sohbet çok önemliydi. Konular ihtiyaçlar ve gündemlere göre belirlenirdi. Dini konular, siyaset, iş, özel meseleler vb. kısaca insan ve hayatı ilgilendiren her şeyle ilgiliydi.

En çarpıcı örneklerden bir tanesi Urfalı erkeklerin Kurtuluş savaşında bir araya gelip, Fransız işgalinden nasıl kurtulabileceklerinin Sıra gecelerinde planlamasıydı. Bu buluşmaların çok kesin kurallar vardır. Özel Konuşulan buluşma saatine geç kalanlara para cezası uygulanırdı. Hangi ikramlar yapılacağı önceden belirlenirdi. Davet eden zenginse, sofrada her şey sunulurdu. Ama gidilen evin sahibi fakir olduğu zaman ondan örneğin sadece bir çay ikramı beklenirdi, yeter ki incinmesin.

Sıra gecesi geleneği bugün Urfa'da halen canlı ve olması gereken bütün ayrıntılar ile devam ediyor. Bunu söylerken dışarıdan gelen turistlere sunulan, sadece çiğ köfteli ve müzikli, içi oyulmuş bir eğlenceye dönüştürülmüş organizasyonlardan bahsetmiyorum. Bizim davet edildiğimiz Sıra gecesi restore edilmiş, geniş alana sahip olan 17.yy.dan kalan OSMANLI KONAGINDA olacak. Yerlere serilmiş kırmızı renkli minderler alçak masaların etrafına dizilmiş, beyaz duvarlardaki süsler mekana sıcak bir hava veriyor. Mekanın işletmecisi Mustafa Bey'in arkadaşları bizi masalarına davet ediyorlar. Aslında gerçek bir Sıra gecesinde kadınların katılma geleneği yoktur. Önümüze zengin bir sofra seriliyor; Bostana dedikleri domatesli, salatalık ve maydanozlu, acılı, soğuk içilen bir çorba; Lebeni özel bir yoğurt ve buğdayla yapılan çorba, sonra kebap çeşitleri. Şıllık adında Urfa'ya özel bir hamurdan yapılan cevizli ve fındıklı bir tatlı türü. Hemen yanı başımızda büyük bir leğende çiğköftelerimiz hazırlandı. İsot biberin çok alışık olmadığımız acısı gözlerimizden yaşlar akıtıyor. Diğer Urfalı misafirler bu halimize gülüyorlar.

Çiğ köftelerin kökeni bizi çok eskilere, Hz. İbrahim zamanına götürüyor. O zaman hamarat bir ev kadını kocasına lezzetli bir yemek hazırlamak istemiş: Kral Nemrut da Hz. İbrahim'i ateşe atmak için bütün odunları toplattırdığı için etlerini ateş olmadığı için pişirememiş. Bir çare ararken etlerini ince ince kıymış, bulgurla ve baharatlarla karıştırmak aklına gelmiş. O günden beri Urfa'da çiğköftesi yapılıyor. Ayranlarımızı yudumlarken sohbetimiz devam ediyor. Ortam sıcak, saygı ve muhabbet dolu ve bunun yanında, müzik ekibimiz Urfa'ya has türküleri söylüyor. Rahmetli Kazancı Bedih Urfa dışında en iyi bilinen sanatçılardan birisi olmakla beraber, bugün Mehmet Nacak ve Abdurrahman Baydağ ve daha başka isimler şehirde en iyi bilinen ve sevilenlerin sesler arasında.

Yemeğin sonrasında genç bir oğlan bize mırra ikram ediyor. Mırra, acı kahve olarak da bilinen çok defa süzgeçlerden geçirilmiş, sonra da tat versin diye kakule katılmış bir kahve çeşididir. Çok kuvvetli olduğu için özel kulpsuz fincanlarda sadece iki yudum ikram ediliyor. Zengin bir yemekten sonra zihne zindelik veriyor, vücudu uyarıyor. Burada da ilginç bir kural vardır. Geleneğe göre; fincanı ikram edenin tekrar eline vermek gerekiyormuş. Fincanı masaya koymak, ikram edene hakaret sayılırmış. Cezası da çok büyük, kişi bekarsa çeyizini almak size düşüyor. Evliyse, mırra fincanını ağzına kadar altın doldurmak gerekiyormuş. Aman, dikkat! İşte böylece Sıra gecemiz sona eriyor, karnımız lezzetli yemeklerden, ruhumuz da sıcak ortamdaki sevgi ve sohbetten doymuş. Otelimize dönerken Halil Rahman gölündeki Medrese ve Camiler sarı bir ışık selinde parlıyor. Müezzinin sesi şehirde geniş bir yankı buluyor ve en tepede muazzam bir dolunay bu manzaraya şahitlik ediyor.

Hayatımızda nasıl hiç bir işe yaramayan veya tersine bizi ileriye geliştiren alışkanlıklarımız varsa, bir kültür, bir toplum için de aynı şey geçerli. Bir gelenek topluma ve insanlara nasıl zarar verir ve gelişmesine izin vermiyorsa, olmasa daha iyi dediğimiz geleneklerimiz veya alışkanlıklarımızın yanında da Sıra gecesi gibi çok yararlı, toplumu ve üyeleri arasındaki sevgi bağlarını ve aidiyet duygusunu güçlendiren muhteşem bir gelenektir.

Hepinize Güç, Sevgi ve Başarı dolu bir hafta dileklerimle.
Sevgiyle kalın.

Aysel Çiçek Diğer Yazıları
Mustafa Kılınç Biyografisi
REİKİ VE DEĞİŞİM PROGRAMLARI
NLP DAP
Dailymotion
Nlpdap
40 Arena
Youtube